o günlerin gelmesini bekleyen kadınlarla çay içmek #25
O günler ne zaman gelir, hangimize talih olur bilemiyorum.
“Ataer’ciğim, hoş geldin canımcığım.” diyerek karşılanıyorum ve ayak ucuma terliklerim bırakılıyor.
Her iki yanağımdan da öpülüp kabanım omuzlarımdan alınıyor. “Geç geç içeri. Kahvemi de içmedim bak seni bekledim.” diyor bana.
Halimi hatırımı soruyor, yanaklarımdaki kızarıklıkları sevip “Üşümüşsün be yavrum,” diyor.
Camın önünde duran gül kurusu rengindeki koltuğa geçiyorum. “Sen nasılsın Nalan Teyzeciğim?” diyorum. O da karşımdaki menekşe rengi koltuğa oturuyor.
“İyiyim be yavrum. Alt komşuya iniyorum kahve için, arada yana uğruyorum. Arada Gökhan Amca’nla sağ sola gidiyoruz. Geçiyor zaman,” diyor bana, ucunda oğlunun adının baş harfi -K- asılı altın kolyeyi düzeltiyor. “Annen herhalde yine sona bıraktı işlerini, gelemedi.” diyor gülerek.
“Çamaşırlarımı yıkıyor, makinenin bitmesini bekliyordu.” diyorum ben de.
“Biz içelim Ataer’ciğim kahvelerimizi.” diyor kalkıp mutfağa ağır aksak gidiyor.
Yanı başımda yerde duran ahşap fenerler yanıyor, koltukların yastıkları kabartılmış, yaslanılmayı bekliyor, duvardaki ahşap oyması tablodaki kadınlar başları üzerinde vazolar taşıyor, sehpanın üzerinde oğlunun lise mezuniyeti fotoğrafları tozları alınmış bir şekilde duruyor.
Nalan Teyzem tepsiyle sularımızı ve kiraz desenli fincanlarla sade kahvelerimizi getiriyor, yanlarına da Ülker’in Napoliten çikolatasından birer tane koymuş.
Kahvelerimizi içiyoruz, içerken Kanada’ya okumaya giden oğlunu anlatıyor. “Ay Ataer artık bir iş bulsun da ben de rahatıma bakacağım be yavrum.” diyor. “Mezun oldu ama, en az 1 yıl demişler iş bulmak için. Kafam nasıl bazen bunlarla doluyor, içim sıkılıyor.” diyor göğsüne el koyarak.
Kapı çalıyor, annem de geliyor. “Biz kahvelerimizi içmeye başladık, nerede kaldın Gülay?” diyor Nalan Teyze gülerek.
Birlikte kahvelerimizi içerken onların sohbetini dinliyorum. Kademsiz memleketimin kuru soğukla ısırılan insanlarının neler yaptıklarını, kimin kime kaçtığını, kimin çocuğunun boşandığını ve kollarına birer tane daha Ajda yaptırmak istediklerini öğreniyorum. Arada gülüyorum, arada içim buruluyor.
“Hevesim kalmadı Gülay.” diyor Nalan Teyze. “Eskiden onu giyeyim, bunu yiyeyim, şunu yapayım diye yerimde oturamazdım. Şimdi oğlum yok, arada anneme gidiyorum, ablama uğruyorum. Hadi diyorlar bir yemek yiyelim ama hiçbir şeye heves etmiyorum, içimden inan gelmiyor,” diyor gözleri dolarak.
“Ay Nalan, ben de sabah kalkıyorum. Evde kimse yok. Canım bir şey istemiyor yemek. Bi’ peynir ekmek atıyorum ağzıma. İlker geç geliyor akşam, gelince et almış oluyor. Onu tavada döndürüp yapıyorum ama inan içimden yemek bile gelmiyor.” diyor annem saçlarını başının üzerinde topuz yapıp tokayla tutturarak.
“Gülay şurada kaldı 5, bilemedin 10 yılımız. Artık sıkıldım. Çocuğa para, oraya para, kombi bozuldu 2 bin lira. E yeter, gezmek istiyorum diyorum ama olmuyor yani.”
Nalan Teyze’mle birlikte mutfağa gidip tabaklarımızı alıyoruz. Ben geleceğim diye el açması kıymalı börek ve taze soğanı bol mercimek köftesi yapmış. “Dur, nar da ayıkladım.” diyip dolaptan saklama kabını çıkarıyor. Mercimek köftelerinin üzerine eliyle narları serpiştiriyor. “Durun, tatlımız da var.” diyor ve dolaptan kare bir borcam çıkarıp ağlayan pastanın belini incitmeden dilimlere bölüyor. “Ay Ataerciğim gün yapmış gibi olduk.” diyor ve gülüyor. Ben de gülüyorum. Çaylarımızı da döküp içeri geçiyoruz.
Kıymalı böreğe diş vurmaya kıyamıyorum, öylesine güzel olmuş. “Nalan Teyze, ellerine sağlık. Yediğim en güzel börek olmuş,” diyorum.
“Git hemen istediğin kadar al. Borcam bak orada,” diyor bana.
“Geceler de uzadı. Yemekten sonra televizyon karşısında oturuyoruz amcanla. Önce canım istiyor kızarmış ekmek. Gidiyorum ekmekleri kızartıp yağlıyorum, bir parça peynir koyuyorum. Onu bi’ güzel yiyoruz. Bir saat bizi tutuyor. Sonra saat oluyor 11. Gökhan meyve yiyelim mi, tamam Nalan diyor. Meyvemizi de yiyoruz. Saat oluyor 1. Ay Nalan, mısır mı yesek diyor Gökhan. Mısır patlatıp öyle anca 3’te uyuyoruz yavrum.” diyor. “Siz gençsiniz şimdi yemezseniz ne zaman yiyeceksiniz?” diyor. “Bak bize,” diyip gülüyor ve böreğini bıçağıyla bölüyor.
Bazen gözlerinde tüttüğümüzü, uzaklarda ekmek parası için günlerimizi çamaşır ipine asarken özlendiğimizi, hatta çok özlendiğimizi, öğreniyorum. Kucağımda ağlayan pastayla karşımdaki iki kadının gözyaşlarını görüyorum.
“Okul, okul diye içlerini yedik Gülay. Al okul bitti. Şimdi iş, iş diye yiyoruz. İş olsa bu sefer evlensinler diye gelin bakarız.” diyor Nalan Teyze’m kızaran gözlerini ovuşturarak. “Kafam rahat olsun istiyorum ama hep bir şey, hep bir şeyin geçmesini bekliyorum. O günler ne zaman gelecek bize?”
“O günler diye diye zaten yıllarımız geçmedi mi?” diyor annem de.
Evlerini her gün baştan süpüren, günlerin geçmesini beklerken uzaklardaki çocuklarını özleyen iki kadının arasında maruluma mercimek köftemi sarıp üzerine limon sıkıyorum. Dudaklarıma bulaşan pastanın kremasını peçetenin ucuyla silip çayımdan yudum alıyorum.
O günler ne zaman gelir, hangimize talih olur bilemiyorum.
Çok beğendim, o ana ışınlandım. Kaleminize sağlık
Okumaktan çok keyif aldım, kaleminize sağlık. Çok gerçek, çok sıcaktı 🌸